Ortadoğu’da seferberlikler: “Halk rejimin yıkılmasını istiyor!”

UIT-CI (İşçilerin Uluslararası Birliği-Dördüncü Enternasyonal) Arjantin seksiyonu Izquierda Socialista (IS-Sosyalist Sol), Türkiye seksiyonu İşçi Demokrasisi Partisi’nden Görkem Duru ile geçtiğimiz haftalarda Ortadoğu’da gerçekleşen seferberlikler üzerine konuştu. El Socialista’da yayımlanan röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz.

Yaklaşık olarak 1,5 aydır Lübnan ve Irak’ta devrimci kitle ayaklanmaları devam ediyor. İki hafta önce de bunlara İran’da başlayan halk isyanı eklendi. Tüm bu seferberlikleri tetikleyen ne oldu?

Bu üç ülkede de seferberliklerin açığa çıkmasına neden olan, emekçi halkların yaşamaya maruz bırakıldığı kötü ekonomik ve sosyal koşullar. Lübnan’da ayaklanmayı tetikleyen, hükümetin WhatsApp ve benzeri internet aramaları sağlayan uygulamaları vergilendireceğini açıklaması oldu. Irak’ta ise emekçi halkı sokağa döken yüksek işsizlik ve yoksulluk oranları idi. Hükümetin yüzde 300’lere varan akaryakıt zammını açıklaması da İran’da ayaklanmanın fitilini ateşledi. Bunlar ülke halklarının o an seferber olmasını etkileyen faktörler. Ancak konunun arka planına baktığımızda bu üç ülkede de kitlelerin kapitalist yıkım politikalarına karşı hoşnutsuzluklarının süreklilik arz ettiğini görebiliriz. Lübnan’da 2015 yılında gerçekleşen “çöp ayaklanması”, Irak’ta 2011, 2015 ve 2018 yıllarındaki isyanlar ve yine İran’da 2016 ve 2018 yıllarından bu yana süregelen mücadeleler bunların örnekleri. Bugüne geldiğimizde, kapitalist yıkımın etkilerini görmek adına birkaç örnek vermek yerinde olur diye düşünüyorum. Örneğin bugün Irak’ta işgücüne katılım oranı yüzde 48,7 ile ifade ediliyor. 38 milyon nüfusa sahip ülkenin 13 milyonu, yani yaklaşık yüzde 30’u olağanüstü yoksulluk koşullarında yaşıyor. Yıl sonunda ekonominin yüzde 9 civarında daralması beklenen İran’da ise enflasyon yüzde 40 bandına ulaşmış durumda. Bunun doğal sonucunda da temel gıda maddelerinin fiyatları 3 ila 4 kat artmış vaziyette. Lübnan’da ise hükümet Nisan ayından bu yana ekonomik krizden çıkış amacıyla kemer sıkma politikaları uygulamaya çalışıyordu. Krizin faturasını emekçi halka ödetmek adına devletin kamu harcamalarından elini çekmesi, kamuda ücretlerde kesintiye gidilmesi ve emekçilerin vergi yükünün arttırılması hedefleniyordu. Bunun sonucu ise, artan yoksulluk ve elektrik, su ve sağlık gibi temel kamu hizmetlerine halkın erişememesi oldu. Kısacası, kapitalist sömürü politikalarının ulaştığı boyut emekçi halkların kendiliğinden bir şekilde ekonomik taleplerle seferber olmasının önünü açtı.

Ayaklanmaları başlatanın ekonomik talepler olduğunu söylüyorsun. Ama bir yandan da bu üç ülkede de kitleler, 2010 yılından bu yana Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında birçok halkın dillendirdiği, “Halk rejimin yıkılmasını istiyor!” sloganı etrafında birleşmiş durumda. Bunu nasıl değerlendirmek gerekiyor? Seferberlikler nasıl bir seyir izliyor?

Evet, aslında ekonomik taleplerle kendiliğinden bir şekilde başlayan bu ayaklanmalar, hızlı bir şekilde ülkelerin önemli bir bölümüne yayılarak hem hükümet hem de rejim karşıtı bir karakter kazandı. Tabii kitleler nezdinde demokratik taleplerin ön plana çıkmasını yaratan koşullar da mevcut idi. Devlet aygıtının seferberlikleri ezmeye dönük yoğun baskısı (Irak ve İran’da katliam niteliğini alan bu baskı sonucunda 400’ü aşkın kişi hayatını kaybetti) kitlelerin öfkesinin hükümet ve rejimlere yönelmesini yaratan koşullardan bir tanesi oldu. Yine yukarıda da söylediğim gibi, bu ülkelerde yakın zamanda da mücadeleler olmuştu ve hükümetler bu mücadeleler sırasında sürekli olarak yapısal reform sözleri vererek eylemlerin geri çekilmesini sağlayabilmişti. Ancak verilen sözler hiçbir zaman yerine getirilmedi ve emekçi halkların yaşam koşulları iyileşmek yerine daha da kötüleşti. Bunun sonucu ise kitlelerin mevcut düzeni daha derinden sorgulamaya başlaması oldu. İsyanlar başladıktan sonra Lübnan ve Irak hükümetleri de yine yapısal reformlar yapacaklarını açıklasalar da bu kez emekçi halklar geri adım atmadı. Bu iki ülkede başbakanların istifasını sunması dahi kitlelerin sokakları terk etmesini sağlamadı. Bu da aslında bize rejimlere karşı öfkenin ulaştığı boyutu gösteriyor. Lübnan’da bunun dışa vurumu “Hepsi gitsin!” sloganında ifadesini buluyor. Kitleler ülkedeki iç savaş deneyiminin ardından emperyalizmin çıkarları doğrultusunda inşa edilen mezhepçi, oligarşik ve yolsuzluklara batmış rejimin yerine laik bir düzeni arzuluyor. Irak’ta da ABD’nin askeri müdahalesi sonrasında ABD emperyalizmi ve İran’ın işbirliğinde oluşturulan, petrol gelirleri üzerindeki oligarşik egemenliğe ve ülkenin mezhepçi temellerde bölünmesine dayanan rejim kitlelerin hedefi haline gelmiş durumda. Yine İran’da da ekonomik taleplerin yanında, demokratik talepler etrafından molla rejimine karşı gelişen bir mücadele söz konusu. Üç ülkede de işçi sınıfı, kadınlar ve gençler hem ekonomik hem de demokratik talepler etrafından kitlesel sokak eylemleri ve bölgesel grevler örgütlüyor. Yani, mevcut ayaklanmaların talepleri, karakteri ve öncüsü düşünüldüğünde, bunların 2010 yılında Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında başlayan devrimci sürecin bir parçası olduğunu ifade edebiliriz.

Son bir soru daha. Ayaklanmaların 2010 yılında bölgede başlayan devrimci sürece içkin olduğunu söyledin. Devrimci süreç içerisinde farklı ülkelerde gelişen kitle seferberliklerinin en temel eksikliği emekçi halkın demokratik ve sosyal taleplerini hayata geçirebilecek devrimci bir önderliğin noksanlığıydı. Mevcut ayaklanmalar içerisinde böylesi bir önderlik açığa çıkabilmiş durumda mı? Ya da buradan emekçi sınıfların yararına nasıl bir çıkış mümkün?

Evet, 2010 yılında açılan bölge devrimci sürecinde maalesef emekçi sınıfların taleplerine ve mücadelesine eşlik edebilecek bir önderlik açığa çıkamamıştı. Bunun sonuçlarını hepimiz deneyimledik ya da şu ana kadar deneyimlemiş olmamız gerekiyor. Devrimci bir önderliğin eksikliği Tunus örneğinde, demokratik gerici yöntemlerle devrimin demokratik aşamada dondurulmasına yol açtı. Mısır ya da Suriye gibi örneklerde ise ordu, emperyalizm, karşıdevrimci odaklar (Hizbullah, IŞİD vb.) ve bölge ülkeleri eliyle kitle hareketinin ezilmeye çalışılmasına neden oldu. Daha güncel bir örnek ise Cezayir. 2019 yılında başlayan seferberlikler Buteflika diktatörlüğünü devirmeyi başarsa da ordu ve ülke burjuvazisi rejimi ayakta tutabilmek adına demokratik gerici metodlara başvuruyor. 12 Aralık tarihinde Başkanlık seçimleri gerçekleştirerek rejim yıkılmadan bir “geçiş” sağlamanın yollarını arıyorlar. Bir yandan da rejimin yıkılmasını talep eden kitlelerin mücadelesi sürüyor.

Aynı zamanda, aradan geçen 9 yıllık süreçte emekçi halkların da önemli bir deneyim kazandığını belirtmemiz gerekiyor. 2010 yılında başlayan süreçte devrimci bir önderliğin açığa çıkamamış olması birçok ülkede Müslüman Kardeşler benzeri “ılımlı İslam” deneyimlerinin galebe çalmasına neden olmuştu. Kapitalist neoliberal sömürü politikalarını sürdüren bu deneyimler, kitlelerin ekonomik ve sosyal çöküşlerini daha da derinleştirdi. Ve bugün Lübnan, Irak ve İran gibi ülkelerde emekçi halkların bu kadar net bir biçimde mezhepçilik karşıtı bir pozisyon almasında bu deneyimlerin “yaşanmış” olduğu gerçeği yatmakta. Ancak bölgede devrimci bir önderliğin halen açığa çıkamamış olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Bu eksiklik mevcut ayaklanmaların seyrinde belirleyici olacak. Tabii bunun belirleyiciliği sadece Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasını etkilemiyor. Bugün Şili’de, Kolombiya’da kapitalist neoliberal sömürü politikalarının enkazına karşı gelişen kitle seferberliklerini de yakından ilgilendiriyor. Bugün Şili’de atılan “30 pezo değil, 30 yıl!” sloganıyla, “Halk rejimin yıkılmasını istiyor!” aynı sisteme olan öfkeyi dile getiriyor. Ve bu ülkelerin birinde gelişen mücadeleler içerisinde açığa çıkabilecek devrimci bir önderlik de diğer ülkeler için önemli bir örnek teşkil edecek. Bu nedenle kitlelerin ekonomik ve sosyal taleplerini, işçi sınıfının bağımsızlığı ve enternasyonalizm perspektifiyle, kapitalist düzenden, emperyalizmden ve rejimden kopuş doğrultusunda birleştirebilecek bir mücadele programının oluşturulması ve bu program etrafından mücadele halindeki kitlelerin birliğinin sağlanması en acil görev olarak biz devrimcilerin önünde duruyor.