Asker-İhvan-Devrim üçgeninde Filistin ve Türkiye dayanışma hareketi

Nikola Saafin 

Önceki iki yazıda, Mısır’dan yola çıkarak Arap dünyasının halk ayaklanmalarında hâkim olan Asker-İhvan-Devrimci Güçler üçgenini ele almıştım. Siyonist İsrail apartheid rejiminin Filistin halkına yönelik bir buçuk aydır devam eden son saldırısı karşısında Türkiye’de İsrail’e boykot ve ambargo talebiyle devam eden eylemlerin ve koordinasyon çabası kadar Filistin’deki direniş güçlerini tanımlamak, bu güçlerin bölgesel bağlantılarını anlamak; böylelikle Türkiye’deki Filistin söylemine daha yakından bakmak ve çözümlemek de önem taşıyor. Yukarıda bahsi geçen üçgenin üç tarafı arasındaki çatışmanın Filistin içinde nasıl yansıdığını ve Filistin ile dayanışma perspektifini nasıl etkilediğini tarif etmek, Filistin ile gerçek bir dayanışma perspektifi oluşturmak için de çok önemli.

Filistin’in özet politik haritası

Birincil olarak Filistin direniş örgütlerini, bu örgütlerin kurduğu ittifakları ve dış destekleri özetlemek gerekiyor. Filistin’de 2006 yılından itibaren liderlikleri arasındaki husumetten kaynaklanan, kardeş kanının döküldüğü çatışmalar sonucunda Filistin direnişini ortadan bölen Fetih ve Hamas dışında, FKÖ üyesi olan ve Filistin solunu temsil eden FHKC’nin yanı sıra ideolojik yakınlığı nedeniyle Hamas’la ittifak içinde olan İslami Cihat örgütleri haritanın temel unsurlarıdır. Filistin’in siyasal haritasındaki başkaca güçleri bu makaleye sığdırmak mümkün değildir. Fetih, çıktığı tarihsel dönem ve tarihsel dayanakları itibarıyla Pan-Arabizm’in Filistin ulusal mücadelesindeki yansımasını temsil ediyorken, bugün geldiğimiz noktada Filistin Yönetimi ve başını çeken Fetih liderliği, Pan-Arabizm ideolojisini yaratan Mısır devletinin izlediği tarihsel seyir içinde dönüştüğü otoriter asker devletinin Filistin’deki paralelini temsil eder. Hamas ise, tarihsel kökenini oluşturan Mısır İhvan hareketinin Filistin uzantısı ve Filistin’deki paralelidir. Onun geldiği nokta ise İhvan hareketinin pragmatist Sünni İslam ittifakının Filistin’deki yansıması olmaktır.

Bugünlerde, İsrail saldırganlığı ve bitmeyen işgal acısına karşı Gazze’de, Batı Şeria’da, 48 Topraklarında, Kudüs’te ve diasporada yaşayan Filistin halkının tamamının katıldığı direniş süreci ise işgale karşı devrimsel bir süreç olup Tahrir güncesinin paralelini çiziyor. Devrimin temel gücü Filistin halkıdır, bunu temsil edenler ise geniş bir kesimdir; Gazze’deki silahlı direnişi yürütenler; Hamas-İzzedin Kassam, FHKC-Abu Ali Mustafa, İslami Cihat-Kudüs ve kısıtlı da olsa Fetih’ın Gazze silahlı gücü olan Abdulkadir el-Huseyni Tugaylarıdır. Bu devrimci gücün çizgisini sahiplenen politik güç olarak FHKC’yi, İslami Cihat’ı, Kassam’a yakın Hamas liderlerini, Fetih tabanını temsil eden ancak şu an İsrail hapishanelerinde bulunan liderlerini saymak mümkün. Karşı-devrim gücününse Filistin Yönetimi (Fetih liderliği) ve Hamas liderliği olduğu şimdiden söylenebilir. (Mısır’da da aynı dizilişin paralellerini görmek mümkün).

Filistin direniş örgütlerinin ittifakları

Filistin direnişi, karşısındaki Siyonist yapının emperyalist-kapitalist müttefikleri nedeniyle sadece Filistin ve Filistin halkın mücadelesi ölçeğiyle sınırlı olarak düşünülebilecek bir mücadele değildir. Dünya çapında ezen ile ezilen, emperyalist hegemonya ile halklar, Batı modernizminin militarizasyonu ile ezilen ulusların barış ve hak mücadelesi arasındaki çatışmanın simgesidir Filistin davası. Ne var ki, Türkiye’deki Filistin meselesine yönelik muhtelif yaklaşımları, Filistin haritasının dünya çapındaki müttefiklerini sıralamak yerine, yalnızca Filistin direnişinin iç dinamiklerini etkileyen bölgesel uzantılarını ve köprülerini anlayarak irdelemek daha büyük bir önem taşıyor.

1.) Devrim güçleri: Gazze’den başlamak gerekirse; direnişin büyük yükünü üstlenen ve yukarıda bahsi geçen silahlı tugayların tamamının -kendi ürettiği silahlar dışında- silah desteği temel olarak İran’dan gelmektedir. İran’ın İslam devrimi akabinde bölgede oluşan İslami direniş hareketlerinin tamamı, varlıklarının büyük bir kaynağını tarihsel olarak İran’a borçlu olduklarını bilirler. İran ise, Ortadoğu’daki müttefiklerine desteğini ideolojik ayrım gözeterek sunuyor: Lübnan’da Hizbullah’ın arkasında dururken Filistin’de temel müttefiki İslami Cihat’ın politik ve askeri kanadı olarak görünüyor. İkinci olarak Hamas’ın silahlı tugayları Kassam’ı ve politik cenahta Kassam’ı temsil eden ve Zahhar’ın etrafında toplanan kadroyu destekliyor. Son olarak ise İran, Marksist Leninist bir çizgiyi temsil eden FHKC’yi de destekliyor; bu desteğin az bir kısmı doğrudan, çoğunluğu İslami Cihat dolayımıyla gerçekleşiyor.

Bu harita, İslami Cihat militanlarının Hizbullah ile ilişkisini, FHKC ile İslami Cihat arasındaki yakınlığı, ama İslami Cihat’ın İran ideolojik perspektifinden dolayı Hamas’ın stratejik müttefiki olmasını kolaylıkla açıklıyor. Aynı zamanda 2012’de Hamas’ta yaşanan, politik kanadın Katar ve Türkiye yanlısı yöneticileri Meşaal ve Haniye ile direnişçi kanadın yöneticileri olan Zahhar ve öldürülen Kassam Tugayları lideri Caabari arasındaki, hareketi neredeyse bölme aşamasına getiren gerilimi de açıklıyor. Hamas; Meşaal ve Haniye’nin, Mısır İhvan’ının iktidarı kazanmasının ardından, İran’ın desteklediği Suriye rejiminin karşısında yer almış olmaları, yani Katar ve Türkiye’yi açıktan seçmiş olmaları ve bunun akabinde İran’ın Kassam Tugayları’na askeri ve maddi desteğini kesmesi üzerine büyük bir gerilime sahne olmuştu.

2.) Karşıdevrim güçleri (Asker ve İhvan): “Karşı-devrim güçleri” diye tarif edilenlerin bölgesel müttefiklerini saymadan önce, bu güçlerin karşı-devrim gücü olarak tanımlanmasının nedenini açıklayalım. İki taraf da Filistin halkının mücadelesi ve haklarından ziyade bahsi geçen Filistinli örgütlerin ve bölgesel müttefiklerinin dar çıkarlarını gözetmekte, dolayısıyla da attıkları politik adımlar ve çizdikleri perspektif Filistin davasına ve direnişine zarar vermektedir. Bu iki güçten biri, Mısır karşı-devrim gücü ile tarihsel ittifakından ve Hamas ile devam eden çıkar ayrılığından yola çıkarak bu örgütü suçlayan ve direnişin karşısında polisi ile baskı uygulayan, çürümüş Filistin Yönetimi liderliğidir. Bu tarafın temel müttefiki Mısır’ın askeri devleti ve dolayısıyla Suudi Arabistan ve Arap emirlikleridir.

Askeri kanadının zaferini Filistin halkının zaferi olarak değil de dar politik çerçevesinin ve bu çerçeve doğrultusunda müttefiklerinin (başta uluslararası İhvan örgütü, Katar ve Türkiye) dar bölgesel çıkarı olarak gören ve bunu o yönde bir pazarlık kozu olarak gören Hamas yönetimi, Katar ve Türkiye’den silah desteği değil, politik, medyatik ve ekonomik destek almaktadır.

Türkiye iç dengeleri ile Filistin’le dayanışma

Kuşkusuz Filistin davası dünya ezilen halklarının bir simgesi ve kimin hangi safta olduğunun bir göstergesi olarak, Arap halkı başta olmak üzere Ortadoğu halkları gözünde turnusol kâğıdı işlevi görmektedir. Bu nedenle sadece Türkiye’nin değil birçok başka ülkenin de iç gündemi olarak görülmektedir. Buna en iyi örnek ise Mısır devriminin baş güçlerinin politik filizlenme noktasının 2000 yılının İntifadası olmasıdır; Mısır devrimcilerinin önemli bir değerlendirmesine göre ayaklanmaya varan süreç Filistin’le dayanışma hareketi olarak doğmuş, ancak daha sonra Mübarek karşıtı bir harekete dönüşmüş ve yılların birikimi ile Tahrir Meydanı kazanımlarını elde etmiştir. Bunu iyi bilen Türkiye hükümeti, Arap dünyasına yönelik propagandasının başlangıç noktası olarak “one minute” ve “Mavi Marmara”yı seçti.

Türkiye’de hükümet partisi, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yaklaşması ve İhvan’ın Mısır’daki tarihsel yenilgisi akabinde büyük darbe alan Katar-Türkiye-İhvan-Hamas ittifakının bir çıkış yolu olarak Filistin’i görmesi nedeniyle, Filistin meselesini tekrar iç gündemin bir maddesine çevirdi. Mazlum Müslüman kardeşliği, yani tekçi Sünni İslam perspektifinden beslenen ve Yahudi düşmanlığı üzerinde kurulan bu perspektifin samimiyet derecesini anlamak için “Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi” basın açıklamalarına bakmak yeterlidir. Ancak, Filistin ile dayanışmayı neredeyse dua etmeye ve KokaKola’yı boykot etmeye indirgeyen bu perspektifle yürütülen propaganda gerek anti-semitizmi körükleyerek, gerek İsrail’in “Biz Filistin halkına karşı değil Hamas’a karşı savaşıyoruz” propagandasını karşı cepheden destekleyerek Filistin davasına yarardan çok zarar vermektedir. Ayrıca Filistin’deki iç direniş dinamiklerine müdahale edilmesinin verdiği doğrudan zararları da hatırlatmakta fayda var.

Türkiye’nin Cumhuriyetçi kesimlerin büyük bir bölümünü temsil eden CHP ise uzun zamandır Filistin direniş örgütlerini müttefik olarak görmemektedir. Bu nedenle bu kesimi temsil edenlerin son saldırılarla ilgili söylemi AKP karşıtlığı üzerinden kurulmakta olup Filistin Yönetimi ve Mısır devletinin söylemlerini tekrarlamaktan başka bir yere ilerlememektedir. Ama bu kesimin bir kanadı da “İsrail’e sözlü kınama değil gerçek bir tavır istiyoruz” söylemi etrafında toplanıyor. Bu kanadın çizgisi CHP üst yönetiminin perspektifini hala yansıtmıyor.

Son çizgiyi ise, Türkiye solunun yanında, Türkiye-İsrail istihbarat ve askeri ilişkilerinden zarar gören, Filistin’i Ortadoğu’daki kader ortağı olarak tanımlayan, İsrail’in yakınlaşma çabalarını ise görmezden gelen Kürt Hareketi temsil etmektedir. Bu çizginin söylemi Filistin ile gerçek dayanışmanın, İsrail’in tecrit edilmesi, askeri ve ekonomik ilişkilerin kesilmesiyle olacağı düşüncesi etrafında toplanmaktadır. Bu söylem Türkiye’de bu kadar yaygınlaşmış ve AKP’yi ilk defa bir savunma tavrına itmişse bunu önemli ölçüde, 2009’da Türkiye sol hareketinin emeğiyle kurulan “Boykot Girişimi”nin bu söylemi gerekli argümanlarla temellendirmesi

ve bu çizgiyi benimseyen hareketlerin medya ve diplomatik taraflarla temas kurması sonucunda yaygınlaştırmasına borçluyuz. “Boykot Girişimi”nin, İsrail’in son saldırısında, ancak hükümet tarafından yönlendirilerek harekete geçen İslami kuruluşlardan önce harekete geçmiş olması da Türkiye’deki Filistin ile dayanışma dengelerinin değişmekte olduğuna da işaret ediyor.

Kalem son sözcüklere gelirken anlatılması gereken başka bir konu ise, Türkiye’de Filistin ile gerçek bir dayanışma hareketinin nasıl örüleceği ve Filistin’de hangi taraf ile organik bağ kurması gerektiğidir. Ama bunların bir sonraki yazıya bırakılması daha yerinde olacaktır. Yalnız yukarıda bahsi geçen son dayanışma çizgisi temsilcilerine seslenerek bir noktayı şimdiden vurgulamakta yarar var: Artık Filistin ile dayanışma ve İsrail’e boykot eylemliliğinin tek bir gövdeye doğru nasıl taşınabileceğini düşünmek dayanışma hareketi için hayati bir yerde durmaktadır.

Filistin’e özgürlük, İsrail’e boykot!